Canım kızım,
Sana neredeyse bir yıldır uzun, uzun yazmak istiyorum... Hani şu söz var ya;
“SÖZ UÇAR, YAZI KALIR” diyen, işte bu nedenle yazmak istiyorum.
Eğer bu yazdıklarımı saklayabilir ve zaman zaman açıp okursan beni çok mutlu edersin birtanem....
Şu sıralarda ikimiz de zor bir dönem geçiriyoruz... Yıllar öyle çabuk akıp gidiyor ki Irmuşum,
gerçekten bir düş gibi... Ben aslında belki de sandığının aksine yaşama çok bağlı bir insanım
ve neredeyse artık yarım asırlık bir insan oldum, söylemesi bile garip. Vücudum değişiyor,
hormonlarım artık çalışmıyor,sevdiğim benden büyük insanlar bir bir hayata veda ediyor ve
galiba benim de bir 50 senem daha yok, oysa geçen seneleri hiç anlamadım ki bebeğim...
Kısacası kafam biraz karışık, haleti ruhiyem de bir iyi bir kötü ama geçecek biliyorum. Bu biraz
neye benziyor biliyor musun ergenlik dönemine, o kadar olmasa bile hırpalayıcı gene de ...
yaşamında yazın son günlerindesin ağustos ayı gibi yani, eylüle az kalmış ama sonbahar da
güzeldir sıcak renkleri vardır değil mi, sanki daha dingindir ilkyazdan... Tabii ilkyaz kadar neşeli
ve canlı değildir ya da yaz kadar hareketli ve sıcak... Sen yaza yaklaşıyorsun canım Allah
kolaylık versin. Kısacası bitanem mevsimler değişmekte ikimiz için de.
Sana bakıyorum da, artık karşımda genç bir kadın görüyorum. Çok güzel, duyarlı ve kırılgan
biraz pişmanlık dolu, biraz bocalayan ama önünde koca bir yaşam uzananan ve aslında
bundan sonra biçimlenecek ve yönünü çizecek olan...
Hatalar güzeldir canım yavrum, hatalarını sev, çünkü onlar seni ileriye daha güzel anlara taşır
bunu hiç unutma. Hem bazen hata gibi görünen şeyler aslında doğru olanlar olabilir, bil ki
zaman en iyi hakemdir... sakınman gereken hata yapmak değil birtanem, aynı hataları sürekli
yinelemek....
Yaşam bize sunulmuş bir armağandır ve seçimlerimizle onu biçimlendiririz, hatalarımız sa bizi
olgunlaştırarak yaşamı fark etmememizi sağlar...
Anneliği bana sunulan değerli bir armağan olarak düşündüm hep ama biraz ürkütücü, biraz
yorucu. Çünkü rehberin olacaktım senin, hem yol gösterecek, hem destekleyecektim ve bunları
yaparken de kendi egoma yenik düşmemeye çalışacaktım.Kendimi çok yetersiz hissetiğim
zamanlar oldu, niye anne oldum ki beceremiyorum işte, ona hiç yardım edemiyorum işte
dediğim anlar oldu, çok hatalı yaklaşımlarım ve pişmanlıklarım oldu ama anneyim işte anneyim
ve insanım, herkes gibi, sadece insanım ve elimden gelenin en iyisini yapmaya uğraşıyorum,
tek bildiğim aslında seni canımdan çok sevdiğim ve neden bu kadar çok sevdiğimi de
bilmiyorum... demek ki diyorum bu annelik yürek işi, o yüzden “yüreğimin götürdüğü” yere
gidiyorum. Sana bakınca da ben bu işi kıvırmışım be deyip gurur duyuyorum canım yavrum...
Deneyimlerimden yaşamın püf noktası sayılabilecek bazı çıkarımlarım oldu ki bunları seninle
paylaşmaktan çok hoşlanıyorum ama fazla da kafanı ütülemek istemiyorum kuşum gene de bir
kez daha yineleyeceğim sanırım:
• Kıskançlık başta olmak üzere bütün olumsuz duygularla mutlaka savaş, oların yarattığı
negatif enerji insanı çok güçsüz ve savunmasız bırakıyor çünkü...
• Önce kendini affet sonra başkalarını...
• Kendini hep kendinle kıyasla, çünkü her insan eşsizdir
• Gülmeyi sev, biliyorsunki canlılar içinde tek gülebilen insandır ve bu büyük bir
ayrıcalıktır.. kahkahaları koyver gitsin bebeğim...
• Ağlamak ta güzeldir,çok olmasın ama!
• En büyük kurnazlık dürüstlüktür
• Veee son olarak yaşam çok değerli bir armağandır farketmek gerek....
Sen şu anda yaşam macerasına bodoslama girmek üzeresin, ben de artık sonbaharımın
dinginliğini yaşamak istiyorum, bu yüzden lise yıllarındaki kadar fiziksel anlamda destek
olamıyorum sana ama manen hep yanında olduğumu ve göçüp gidene kadar da yanında
olacağımı bilmeni istiyorum. Kendinle ilgili kararlar artık sana ait, çünkü seni en iyi sen
biliyorsun, başarılarını, hatalarını en iyi sen değerlendirebilirsin. Kendine karşı dürüst ve
tarafsız ama aynı zamanda da hoşgörülü olmayı unutma bir tanem...
Beni de hoşgör canım, “sonbaharıma” alışmaya çalışıyorum, ah bi de kışı var bunun
umarım mevsimler değiştiğinde ta ki mevsimsizliğe kadar sen ve baban yanımda olursunuz
ve umarım abuk subuk hastalıklar bulup da sizleri üzüp, yük olmam ve en büyük dileğim
benim gibi sonbaharlara filan geldiğinde mutlu bir hayatım var demen tıpkı şimdi benim
dediğim gibi...tabii bir de anacığım da böyle derdi diyerek beni anımsaman canım, işte
hayat bu bebeğim, bu kadar yalın, kolay-zor,güzel ama bazen acılı kısacası çok ironik tıpkı
biz insanlar gibi...
Seni çok seviyorum...
Annen.
Anneler ve kızları, hep birbirine benzer. Her kız, içinde, yüreğinde annesinin izlerini taşır.
Onun özüyle mayalanmıştır ruhu, onun kokusu geçmiştir tenine, onun bakışları patlar
gözlerinde,onun elleri can bulur kendi ellerinde.. annesinden bilinçli hiçbirşeyi öğrenmeye
çaba göstermemiş bile olsa, yıllar sonra hiç tahmin etmediği bir anda, bir çiçeği vazoya
yerleştirirken mesela, kendisinde annesini görür kız..
Ellerinin bir hareketinde, aynada farkettiği bir bakışında, vücudunun bir duruşunda annesini
yansıtır. İnkar etmeye çalışması yada kabullenmesi pek bir şeyi değiştirmez, her kız,
annesinin kızıdır’
Annem bunu bana yollamıştı zamanında. Benim bir kızım yok belki ama Oya’nın kızı olmak
ne demek biliyorum.. Oya’nın kızı olmak sımsıcak bir duyguyla görünmeyen bir koruma
kalkanıyla çepeçevre olmak demek. Oya’nın kızı olmak çok büyük bir sevgiyi ve güveni
hissetmek demek.. ben Oya’nın kızı olarak kendimi hep güvende hissettim. Biliyordum ki
annem hep orada her zaman yanımda, Oya benim annem ve en yakın arkadaşım..
Oya’nın kızı olarak ben inanmayı ve güvenmeyi öğrendim çünkü, Oya bana hep inandı hep
güvendi yeri geldi üzüldü belki de yıprandı ama benden hiç vazgeçmedi Oya, hep inandı hep
güvendi..
Oya’nın kızı olarak ben sevmeyi öğrendim. Annem o kadar inançlıydı ki bana mucizelerin
olabileceğine inanmayı öğretti, belkide bu yüzden 29 Mart 2017 günü ben başımı yastığa
annemin uyanacağına yeniden sesini duyacağıma inanarak koydum bir mucize bekledim ve
son dakikaya kadar olacağına inandım çünkü Oya bana mucizelerin olabileceğini öğretti..
Babam annemi çok kısa ve net özetlemişti ‘kalbi seninle bir atıyordu’ diyerek. Benim kalbim
kırık çünkü Oya’nın kalbi artık atmıyor.. cevaplanmamış çok sorum var önümde çok yolum
var ve korktuğumda beni sarmalayacak bir annem yok artık.. bana Oya’nın kızı olarak onun
sevgisini, Şefkatini, güvenini ve gülümsemesini yaşatmak kaldı. Benim bir oğlum var ve eğer
Oya’nın tırnağı kadar olabilirsem onun gurur duyacağı bir evlat yetiştireceğime inanıyorum
çünkü biliyorum ki Oya bana sonuna kadar inanırdı... br
30 Mart 2017 günü benim hayatımın en zor günüydü çünkü ben hem annemi hem de en yakın
arkadaşımı kaybettim.. kendimi tamamen çıplak hissettim Kalkan’ım yok artık ben kendi
başıma ayakta durmak zorundayım. Ama biliyorum ki ben çok şanslıyım çünkü ben hep
Oya’nın biricik kızı olacağım...
Oya’m onu tanıdığım ilk günden itibaren hep hayatımın başköşesinde oldu. Birbirimizi öylesine sevdik, birbirimize
öyle sıkı sıkı sarıldık ki, karşılaştığımız hiçbir engel bu sevgimizi yenemedi, bitiremedi. Aşkımız evrende sonsuza
kadar var olacak ve yolculuğuna devam edecek. Bundan en ufak şüphem yok. Onu hala ilk günkü aşkla
seviyorum.
Oya’cığım çevresine ışık ve neşe saçan bir insandı. Gülüşü, içten kahkahaları ve sesinin melodisi hala
kulaklarımızda… Onsuzluk o kadar zor ki, bunu sözcüklerle anlatabilmek mümkün değil. Kendisini tanıyan
herkesin hayatına sıcaklık, merhamet ve sevgi dolu bir dokunuşu olmuştur onun. Bunu pek çok kişinin
sözlerinden, anlattıklarından ve onu anlatırken sergiledikleri bakışlardan, tavırlardan anlayabilirsiniz. Hiç insan
ayırt etmemiştir, karşısındakini sosyal, ekonomik, kültürel statüsü ile değil, bir insan olarak görmüştür her zaman.
Dünya’nın en sabırlı annesi, Irmuş’umun annesi o… Melek anne, anne gibi anne, anne olarak anılmayı gerçekten
hak eden, çocuğunu hem kollayan hem özgür bırakan, kendi ayakları üzerinde durabilsin diye çabalayan, sevginin
her sorunu çözeceğini bilerek sabreden, güzel anne…
O, hayvanları ve doğayı da çok severdi. Üç köpeğimiz ve dört kedimiz bizimle birlikte onun yokluğunu çekiyor
şimdi; adeta bekliyorlar onu; sanki çıkıp gelecekmiş gibi. En çok da sevgili Vanilya’sı, “beyaz böceği”… Elinde olsa
tüm muhtaç hayvanlara (ve tabii insanlara) yardım eder, onlara kucak açardı. Orman, ağaç, çiçek, deniz, kısaca
tüm doğa onun için çok önemli ve değerliydi. Daha geçen yaz onunla Beyler Köyü ormanlarında çam kese
kurtlarını elimizden geldiğince ağaçlardan toplayıp, çuvallara doldurduk, imha ettik. Ellerimiz, kollarımız
kaşıntıdan kıpkırmızı oldu. Ama dayanamıyordu güzelim kızılçamları yiyip, kel bırakmalarına… Asırlık ağaçlar
kuruyacak diye endişeleniyordu. Bu sene bir tane yok o zararlılardan. Sanki isteği kabul oldu, kurtuldular.
Klasik müzik (ve aslında tüm müzik türlerini) severdi. Piyano çalardı. Pink Floyd, ABBA, Elvis, Julio Iglesias,
Teoman, Chopin, Beethoven hayranıydı.
O bir sanatçıydı. Yaptığı resimler, tablolar duruyor hala… El işleri, oyalar, örgüler, etaminler, hepsi onun ince
ruhunun birer yansıması…
Dürüst ve net bir insandı. Bunca yıllık birlikteliğimizde bir kez bile imalı bir söz duymadım ondan. Hissettiğini,
düşündüğünü ya en doğal şekilde doğrudan ifade eder ya da susar, hiçbir şey söylemezdi. Kendisine imalı
konuşanı da hemen algılar ve müthiş rahatsız olurdu.
Sevgili Dostlar,
Böyle bir eşi, sevgiliyi, arkadaşı, dostu kaybetmenin ne kadar zor olduğunu anlatmak mümkün değil. Anıları
silinmeyecek, onlar hala bizimle, ama işin acı tarafı yeni bir anı olamayacak. Gerçek bir “eş” bulmak kolay değil.
Bir ömürde bir kere olur en fazla… Onu kaybettiğinizde, bunu anlarsınız ve artık bunun telafisi yoktur. Oya ile
Mustafa böyle bir çiftti. Birbirleri için yaratılmış iki insan… Oya gittiğine göre şimdi Mustafa’ya anısını
yaşatmaktan, birlikte yapmak istediklerini, onun izlediğini, gördüğünü umarak, gerçekleştirmeye çalışmaktan
başka yapacak bir şey kalmıyor.
Oya Özgüç Aksoy Korusu projesi de onun adının yaşaması ve onun doğa sevgisinin kalıcı işareti olması anlamı
taşıyor benim için. Umarım gerçekleşir ve sonsuz dek var olur…
O bir pırlanta idi…
Sevgi ve Saygılarımla,
06 Mart 2017. Akut Lösemi teşhisi koydular bana... Öyle üzgünüm ki...
Doktor hemen yatmamı istedi hastaneye. Haftaya geleyim dedim,
Pek bir terslendi. Düşündüm; haklı... En ölümcül hastalıklardan biri
Bu zaman önemli... O zaman dedim yarın yatayım, zira pijamam
Bile yok, almam lazım... Sonra bir vedalaşayım sevdiklerimle ne
zaman/ne kadar görebileceğim bilmiyorum ki... Hayatım altüst
Çok şaşkınım, inanamıyorum, kabullenmeye çalışıyorum. Bağıra
Bağıra ağlamak istiyorum. Herkes etrafımda yapamıyorum o yüzden...,